27 Aralık 2015 Pazar
24 Aralık 2015 Perşembe
22 Aralık 2015 Salı
21 Aralık 2015 Pazartesi
GRUP PİETA
Grup Konusu: Rönesans Dönemi
Grup Lideri: Furkan Gül
Grup Üyeleri: Seycan Ekici, Kübranur Güneş, Leyla Bostancı, Fatma Para
GRUP PİETA
Grup Konusu: Rönesans Dönemi
Grup Lideri: Furkan Gül
Grup Üyeleri: Seycan Ekici, Kübranur Güneş, Leyla Bostancı, Fatma Para
GRUP PİETA
Grup Konusu: Rönesans Dönemi
Grup Lideri: Furkan Gül
Grup Üyeleri: Seycan Ekici, Kübranur Güneş, Leyla Bostancı, Fatma Para
19 Aralık 2015 Cumartesi
Final Öncesi Yapılacaklar
Arkadaşlar, sınav gününe kadar yaptığınız tasarımları blog üzerinde paylaşıp, yorum yapmaya devam ediyoruz.
Birden fazla tasarım ekleyebilirsiniz (yapan arkadaşlarınız var, güzel olmuş. alternatif oluyor en azından)
Herkese kolaylıklar, sınavda görüşmek üzere
Birden fazla tasarım ekleyebilirsiniz (yapan arkadaşlarınız var, güzel olmuş. alternatif oluyor en azından)
Herkese kolaylıklar, sınavda görüşmek üzere
17 Aralık 2015 Perşembe
14 Aralık 2015 Pazartesi
13 Aralık 2015 Pazar
Yorumlar Hakkında
Arkadaşlar, bu haftaki görevi tamamlayan arkadaşlara teşekkür ederim. Diğerlerine de şöyle bir not düşeyim: "dersi sallamayanları ben de dikkate almıyorum artık"
Bir diğer konu yorumlarınız da olumlu veya olumsuz eleştirilerinizin nedenini belirtin demiştim. Ve defalarca söyledim ve yazdım bunu!! Neden bazı arkadaşlar ısrarla bu davranışı sergilemeye devam ediyorlar gerçekten merak ediyorum..
Yarın derste görüşmek üzere..
12 Aralık 2015 Cumartesi
11 Aralık 2015 Cuma
BEŞİ BİR ARADA
BEŞİ BİR ARADA GRUBU
Grup Konusu: Barok Sanatı
Grup Lideri: Münevver Merve AKIN
Grup Üyeleri: Fatma BOZ, Filiz YARDIMCI, Mehtap ULUDAĞ, İsmail AKSU
GRUP PİETA
9 Aralık 2015 Çarşamba
11 ARALIK CUMA GÜNÜ 23.59’A KADAR YAPACAKLARIMIZ
1.Her grup Publisher programını kullanarak, kendi konusu
çerçevesinde, kendi konseptini belirleyerek infografik tasarımına başlayacak.
·
Tasarım boyutu: 70 x 100 (dikey yada yatay
kullanabilirsiniz)
·
Kenar boşlukları: 0,5 (aynen kalsın)
2.Bu hafta yaptığınız tasarımları dosya – farklı kaydet
menüsünden pdf’e dönüştürerek resim formatına dönüştürülmesi için Seycan
arkadaşınıza (seycanekici@gmail.com)
gönderebilirsiniz. Photoshop kullanmayı bilenler kendileri de yapabilir.
3.Resim formatına dönüştürdüğünüz tasarımınızı, grup adıyla
yine bir kişi blogda paylaşacak.
·
Her grup (grup üyelerinin her biri) diğer
grupların yaptığı tasarımları, tasarım ilkeleri ve tasarım unsurları
çerçevesinde yorum yazarak değerlendirecek. (güzel olmuş, kötü olmuş, kırmızı
olmamış yok!! Yazdığınız yorumun nedenini tasarım ilkeleri ve unsurları
kapsamında açıklayacaksınız.)
·
Tasarım sahibi grup kendisine yapılan yorumlara
cevap verecek.
7 Aralık 2015 Pazartesi
ORTA ÇAĞ DÖNEMİ-GRUP DÜŞEŞ
Ortaçağ karanlığına ışık tutan ressamlar
Ortaçağ sözcüğü herkesin kafasında karanlık bir dönemi çağrıştırır. Bireysel hakların ve hukukun hiçe sayıldığı, hukukun güçlüyü savunduğu Avrupa’nın karanlık bir dönemidir gerçekten. Yaklaşık 1000 yıl süren Ortaçağ 5.yy’da başlayıp, 15. yy’a yani Rönesansa kadar uzanan süreci kapsar.
Kimi zamanlar zihinsel tutulmaların olduğu, insanlığın üzerine koyu gölgelerin düştüğü dönemlerdir. İşte Ortaçağda böyle bir süreçtir. Dogmaların hakim olduğu, insanların toprak ağaları tarafından bir mal gibi alınıp-satıldığı, köleliğin yaygın olduğu bir süreçti. Bireysel hakların ve özgürlüklerin yok sayıldığı bir dönemdir. Elbette bu durumun sanatsal üretimlerin üzerine de etkisi kaçınılmazdır.
Bireyin olamadığı bir yerde özgürlükten söz edemeyiz. Özgürlüklerin olmadığı yerde ise, insanca yaşamdan söz edilemez.
İnsanlığın zihinsel uyanışa geçtiği 10.000 yıllık insanlık tarihine baktığımızda en hızlı gelişmenin/uyanışın odak çağ dediğimiz M.Ö 3. yy ile Rönesans’ta gerçekleştiğini görüyoruz.
Odak çağda, o güne kadar ortaya atılan felsefi görüşler insanlar arasında yaygınlaşmıştır. Örneğin Egeli filozof Thales’in ilk kez “evren nedir” sorusuna dogmaların ötesinde yanıt aranmıştır. M.Ö. 3. yy da bu topraklarda yaşamış olan Öklid, matematiksel bulgularını topladığı, dünya tarihinin ilk geometri kitabını yazmış. M.Ö 4. yy.da yaşamış olan Sokrat, Platon, Aristo felsefenin temellerini atmıştır. Böylece bilim ve felsefenin gelişimini sağlayacak önemli bir temelin oluşum zamanıdır Odak Çağ. Makedon prensi Büyük İskender’in Avrupa’dan Hindistan’a kadar uzanan savaşları ise, bu düşünce ve bilgi birikiminin, öteki uluslara taşınmasını sağlamıştır.
İkinci büyük hamle ise; Rönesans’la gerçekleşmiştir. Ortaçağın dogmalara bağlı, insanı ve bireyi yok sayan baskıcı yaşam biçimine başkaldıran bir hamledir. Rönesans karanlığı aşmayı sağlayan, bilimsel ve sanatsal gelişimlerin başladığı dönemdir. Rönesans’la beraber bilimsel ve eleştirel düşünceye yönelme başlamıştır. Sanatın bireysel açılımları özgürleşmeyi hızlandırmıştır. Rönesans’la resimden belirsizlik kalkmıştır. Belli bir zaman ve mekan içinde gösterilmeye başlanmıştır.
Resim tıpkı öteki görsel sanatlarda olduğu gibi sözle ifade edilmeyen anlatıma aracılık eder. Bu yüzden dini konuların anlatımında da vazgeçilmez bir dildir.
Ortaçağ resminin başlıca temaları mitolojik-efsanevi ve dini konulardı. Manevi-ahlaki konuları sembolik anlamı olan figürlerle anlatırlardı. Figürler çok detaylı ve keskin konturlarla çizilirdi. Zengin süslemelerle bezenirdi. Tarihi, mitolojik ve İncilideki dini konular sıklıkla resmedilmiştir. İlahi bir sonsuzluk duygusuyla yapılmış resimlerdir.
Hıristiyanlıkta da başlangıçta resim yasaktı. İlk resim kalıntılarına 3. yy.da rastlıyoruz. Ortaçağın başlangıcında resimler şematik, soyut ve kalıplaşmış figürlerden oluşurdu. Genellikle stilize edilmiş insan figürleri geometrik ve bitkisel süslemelerdir. Olabildiğince basit ve simgesel özellikleri olan figürlerdir. Hıristiyanlığı yaymak amaçlı sembolik ifadeler barındıran resimlerdir bunlar. Örneğin: kubbe gökyüzünü temsil ederdi. Genellikle yaşlı, sakallı İsa ve havariler resmedilirdi. Duvarlarda ise, yeryüzünü temsil eden sahneler resimlenirdi.
Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde yaygın olarak kullanılan mozaik resimler, mimari özelliklere bağlı olarak yer alırdı.
Ortaçağdaki bir diğer resim anlayışı ise vitraydır. 12. yy.dan itibaren yaygın şekilde kullanılmaya başlanan bu teknikle renkli camlar kullanılarak, dini motifler ve figürlerle İncil ayetleri resmedilir. Ayrıca renkli camlarla iç mekanın aydınlatılması mistik bir atmosfer oluşturuyordu. Bunun en güzel örneği Paris’teki Notre-Dame katedralidir.
Bu dönemin dinsel olmayan en güzel resim örneği ise, “Bayeux halısı”dır. 70 metre boyunda, 50 cm enindeki bu halıda Normanların İngiltere’yi istilası anlatılmaktadır. Bir film şeridi gibi devam eden figürler birçok savaş sahnesini betimler.
Ortaçağda resimlerin büyük bir kısmı kilise ve ibadethane duvarlarına fresk şeklinde uygulanırdı. Fresk tekniğinde alçı zemin üzerine sulandırılmış boya uygulanır. Kontrast renkler (yeşil, sarı, kırmızı) yan yana kullanılarak etkili ve göz alıcı bir görünüş oluşturulurdu.
Ortaçağ boyunca ressam kilisenin iş verdiği işçidir. Neredeyse tüm konular dinidir. Kilise ve dini mekanları resmeden ressam, yaptığı eserin altına imza atmazdı. Bu yüzden ortaçağ resim-fresklerini yapan ressamların kim olduğu belirsizdir. Ressamdan çok zanaatkar muamelesi görürlerdi.
Ortaçağın son döneminde yaşayan sanatçılar, insanların donmuş ortaçağ düşüncesinden sıyrılıp, düşünce özgürlüğüne kavuşmasını sağlamıştır. Bireysel bilinçle resim yapmaya başlayan ressam, yaptığı işin sorumluluğunu da üstlenerek, bağımsız sanatçı tipinin ortaya çıkışını gerçekleştirmiştir. Rönesans’ı hazırlayan dönemde artık ressam isimlerine rastlamaya başlıyoruz. Bu ressamların resimlerindeki sanatsal çıkışlar ortaçağın karanlığını da delmeye başlamıştır. İşte bu dönemin karanlığını aşmaya hizmet etmiş ressamlardan bazıları:
Giotto (1266-1337 ) ile birlikte bireysel bilinçle resim yapılmaya başlanır. Gerçekliği sadece zihninsel olarak değil, duyularla resim yapmaya başlar. Artık görünen gibi resim yapılır, sembollerle değil. (resim 2)
Donatello (1386-1466)’ya ise, bilinen yöntemlerle resim yapmak yetmediğinden olacak, insan vücudunu dikkatle gözlemleyip, resim ve heykeller üretmiştir. Artık ortaçağın belirsiz güzelliği yerine, somutluk ve ölçünün hakim olduğu resimler yapar.
Van Eyck (1390-1441) yeni bir gerçeklik anlayışıyla din dışı bir doğa gözlemiyle resimler yapar. Doğadaki görünüşlerinden yola çıkarak resim yapar. (resim 3)
Ucello (1397-1475)’nun resimlerinde figürler geometrik bir düzen içinde sergilenir. Ayrıntılı bir natüralizm içinde plastik bir bütünlük içindedir tabloları. (resim 4)
Masaccio (1401-1428), ortaçağ resmindeki boşlukta uçuşan figürlere, ışığı kullanarak, hacim kazandırarak. Hava ve ışık perspektifiyle insana özgü inanılır bir mekan içinde, plastik bir güç kazandırmıştır. (resim 9)
Alberti (1404-1472): Geometrik perspektifin resimlerinde en iyi uygulayan ressamlarındandır. Aynı zamanda kültürel öncülerdendir. Tarih bilgisi kadar, matematik ve geometri bilgisinin de resim için gerekliliğini anlatan kitap bile yazmıştır. (resim 5)
Franceska (1420-1492), ortaçağ ressamlarının önemsemediği geometrik yöntemlere bir de “ışık perspektifi”ni kazandırmıştır. Resimle ilgili ikide kitap yazmış olan sanatçı aynı zamanda mimar ve heykeltıraştır. Natüralist bir yaklaşımla resim yapmıştır. (resim 1)
Mantegna (1431-1506): tablolarında perspektifi sıklıkla uygulayarak, olay örgülerini anlatan, devingen resimler yaptı. (resim 6)
Michelangelo (1452-1519): resimde insan bedenini değerli kılan, beden ve ruh gücünü birleştirerek resmeder. Ressamlığının yanında çok değerli bir heykeltıraştır. Tablolarındaki hareket ve figür çokluğunu, dağınıklığı bir bütün içinde dengeye ulaştırır. (resim 8)
Leonardo da Vinci(1452-1519): ressam, heykeltıraş, mimar, mühendis, anatomist, matematikçi, müzisyen ve mucit. Kısacası o bir dahi. Dünya resim tarihinin en önemli isimlerinden biri, tartışmasız. Ancak beni asıl şaşırtan İtalya’da ki Medicci müzesindeki ona ayrılan bölümde sergilenen anatomi ve mühendislik alanındaki buluşlarıydı. Bu çalışmaları yapan dahi resim alanında da hala gizemi çözülemeyen “Mona Lisa” ve “Son Yemek” tablolarını yapmıştır. (resim 7)
İşte ortaçağ karanlığı bu olağanüstü dehaların çalışmalarıyla aşıldı. Resimde/sanatta yeni açılımlar, insanlığında gelişimg yolunu açmıştır. Örneğin, matematiksel buluşlar bilimin olduğu kadar sanatında gelişmesine hizmet etmiştir. Resimde ifade zenginliği yaratarak, düşüncenin çok boyutluluğuna hizmet eder. Sonuçta bilim ve sanattaki gelişmeler hayatı besler. İnsanların daha insani bir yaşam sürmesini sağlar.
Kaynaklar:
1) Resim Sanatının Tarihi- Sezer Tansuğ
2)Sanat Ekibi
Kimi zamanlar zihinsel tutulmaların olduğu, insanlığın üzerine koyu gölgelerin düştüğü dönemlerdir. İşte Ortaçağda böyle bir süreçtir. Dogmaların hakim olduğu, insanların toprak ağaları tarafından bir mal gibi alınıp-satıldığı, köleliğin yaygın olduğu bir süreçti. Bireysel hakların ve özgürlüklerin yok sayıldığı bir dönemdir. Elbette bu durumun sanatsal üretimlerin üzerine de etkisi kaçınılmazdır.
Bireyin olamadığı bir yerde özgürlükten söz edemeyiz. Özgürlüklerin olmadığı yerde ise, insanca yaşamdan söz edilemez.
İnsanlığın zihinsel uyanışa geçtiği 10.000 yıllık insanlık tarihine baktığımızda en hızlı gelişmenin/uyanışın odak çağ dediğimiz M.Ö 3. yy ile Rönesans’ta gerçekleştiğini görüyoruz.
Odak çağda, o güne kadar ortaya atılan felsefi görüşler insanlar arasında yaygınlaşmıştır. Örneğin Egeli filozof Thales’in ilk kez “evren nedir” sorusuna dogmaların ötesinde yanıt aranmıştır. M.Ö. 3. yy da bu topraklarda yaşamış olan Öklid, matematiksel bulgularını topladığı, dünya tarihinin ilk geometri kitabını yazmış. M.Ö 4. yy.da yaşamış olan Sokrat, Platon, Aristo felsefenin temellerini atmıştır. Böylece bilim ve felsefenin gelişimini sağlayacak önemli bir temelin oluşum zamanıdır Odak Çağ. Makedon prensi Büyük İskender’in Avrupa’dan Hindistan’a kadar uzanan savaşları ise, bu düşünce ve bilgi birikiminin, öteki uluslara taşınmasını sağlamıştır.
İkinci büyük hamle ise; Rönesans’la gerçekleşmiştir. Ortaçağın dogmalara bağlı, insanı ve bireyi yok sayan baskıcı yaşam biçimine başkaldıran bir hamledir. Rönesans karanlığı aşmayı sağlayan, bilimsel ve sanatsal gelişimlerin başladığı dönemdir. Rönesans’la beraber bilimsel ve eleştirel düşünceye yönelme başlamıştır. Sanatın bireysel açılımları özgürleşmeyi hızlandırmıştır. Rönesans’la resimden belirsizlik kalkmıştır. Belli bir zaman ve mekan içinde gösterilmeye başlanmıştır.
Resim tıpkı öteki görsel sanatlarda olduğu gibi sözle ifade edilmeyen anlatıma aracılık eder. Bu yüzden dini konuların anlatımında da vazgeçilmez bir dildir.
Ortaçağ resminin başlıca temaları mitolojik-efsanevi ve dini konulardı. Manevi-ahlaki konuları sembolik anlamı olan figürlerle anlatırlardı. Figürler çok detaylı ve keskin konturlarla çizilirdi. Zengin süslemelerle bezenirdi. Tarihi, mitolojik ve İncilideki dini konular sıklıkla resmedilmiştir. İlahi bir sonsuzluk duygusuyla yapılmış resimlerdir.
Hıristiyanlıkta da başlangıçta resim yasaktı. İlk resim kalıntılarına 3. yy.da rastlıyoruz. Ortaçağın başlangıcında resimler şematik, soyut ve kalıplaşmış figürlerden oluşurdu. Genellikle stilize edilmiş insan figürleri geometrik ve bitkisel süslemelerdir. Olabildiğince basit ve simgesel özellikleri olan figürlerdir. Hıristiyanlığı yaymak amaçlı sembolik ifadeler barındıran resimlerdir bunlar. Örneğin: kubbe gökyüzünü temsil ederdi. Genellikle yaşlı, sakallı İsa ve havariler resmedilirdi. Duvarlarda ise, yeryüzünü temsil eden sahneler resimlenirdi.
Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde yaygın olarak kullanılan mozaik resimler, mimari özelliklere bağlı olarak yer alırdı.
Ortaçağdaki bir diğer resim anlayışı ise vitraydır. 12. yy.dan itibaren yaygın şekilde kullanılmaya başlanan bu teknikle renkli camlar kullanılarak, dini motifler ve figürlerle İncil ayetleri resmedilir. Ayrıca renkli camlarla iç mekanın aydınlatılması mistik bir atmosfer oluşturuyordu. Bunun en güzel örneği Paris’teki Notre-Dame katedralidir.
Bu dönemin dinsel olmayan en güzel resim örneği ise, “Bayeux halısı”dır. 70 metre boyunda, 50 cm enindeki bu halıda Normanların İngiltere’yi istilası anlatılmaktadır. Bir film şeridi gibi devam eden figürler birçok savaş sahnesini betimler.
Ortaçağda resimlerin büyük bir kısmı kilise ve ibadethane duvarlarına fresk şeklinde uygulanırdı. Fresk tekniğinde alçı zemin üzerine sulandırılmış boya uygulanır. Kontrast renkler (yeşil, sarı, kırmızı) yan yana kullanılarak etkili ve göz alıcı bir görünüş oluşturulurdu.
Ortaçağ boyunca ressam kilisenin iş verdiği işçidir. Neredeyse tüm konular dinidir. Kilise ve dini mekanları resmeden ressam, yaptığı eserin altına imza atmazdı. Bu yüzden ortaçağ resim-fresklerini yapan ressamların kim olduğu belirsizdir. Ressamdan çok zanaatkar muamelesi görürlerdi.
Ortaçağın son döneminde yaşayan sanatçılar, insanların donmuş ortaçağ düşüncesinden sıyrılıp, düşünce özgürlüğüne kavuşmasını sağlamıştır. Bireysel bilinçle resim yapmaya başlayan ressam, yaptığı işin sorumluluğunu da üstlenerek, bağımsız sanatçı tipinin ortaya çıkışını gerçekleştirmiştir. Rönesans’ı hazırlayan dönemde artık ressam isimlerine rastlamaya başlıyoruz. Bu ressamların resimlerindeki sanatsal çıkışlar ortaçağın karanlığını da delmeye başlamıştır. İşte bu dönemin karanlığını aşmaya hizmet etmiş ressamlardan bazıları:
Giotto (1266-1337 ) ile birlikte bireysel bilinçle resim yapılmaya başlanır. Gerçekliği sadece zihninsel olarak değil, duyularla resim yapmaya başlar. Artık görünen gibi resim yapılır, sembollerle değil. (resim 2)
Donatello (1386-1466)’ya ise, bilinen yöntemlerle resim yapmak yetmediğinden olacak, insan vücudunu dikkatle gözlemleyip, resim ve heykeller üretmiştir. Artık ortaçağın belirsiz güzelliği yerine, somutluk ve ölçünün hakim olduğu resimler yapar.
Van Eyck (1390-1441) yeni bir gerçeklik anlayışıyla din dışı bir doğa gözlemiyle resimler yapar. Doğadaki görünüşlerinden yola çıkarak resim yapar. (resim 3)
Ucello (1397-1475)’nun resimlerinde figürler geometrik bir düzen içinde sergilenir. Ayrıntılı bir natüralizm içinde plastik bir bütünlük içindedir tabloları. (resim 4)
Masaccio (1401-1428), ortaçağ resmindeki boşlukta uçuşan figürlere, ışığı kullanarak, hacim kazandırarak. Hava ve ışık perspektifiyle insana özgü inanılır bir mekan içinde, plastik bir güç kazandırmıştır. (resim 9)
Alberti (1404-1472): Geometrik perspektifin resimlerinde en iyi uygulayan ressamlarındandır. Aynı zamanda kültürel öncülerdendir. Tarih bilgisi kadar, matematik ve geometri bilgisinin de resim için gerekliliğini anlatan kitap bile yazmıştır. (resim 5)
Franceska (1420-1492), ortaçağ ressamlarının önemsemediği geometrik yöntemlere bir de “ışık perspektifi”ni kazandırmıştır. Resimle ilgili ikide kitap yazmış olan sanatçı aynı zamanda mimar ve heykeltıraştır. Natüralist bir yaklaşımla resim yapmıştır. (resim 1)
Mantegna (1431-1506): tablolarında perspektifi sıklıkla uygulayarak, olay örgülerini anlatan, devingen resimler yaptı. (resim 6)
Michelangelo (1452-1519): resimde insan bedenini değerli kılan, beden ve ruh gücünü birleştirerek resmeder. Ressamlığının yanında çok değerli bir heykeltıraştır. Tablolarındaki hareket ve figür çokluğunu, dağınıklığı bir bütün içinde dengeye ulaştırır. (resim 8)
Leonardo da Vinci(1452-1519): ressam, heykeltıraş, mimar, mühendis, anatomist, matematikçi, müzisyen ve mucit. Kısacası o bir dahi. Dünya resim tarihinin en önemli isimlerinden biri, tartışmasız. Ancak beni asıl şaşırtan İtalya’da ki Medicci müzesindeki ona ayrılan bölümde sergilenen anatomi ve mühendislik alanındaki buluşlarıydı. Bu çalışmaları yapan dahi resim alanında da hala gizemi çözülemeyen “Mona Lisa” ve “Son Yemek” tablolarını yapmıştır. (resim 7)
İşte ortaçağ karanlığı bu olağanüstü dehaların çalışmalarıyla aşıldı. Resimde/sanatta yeni açılımlar, insanlığında gelişimg yolunu açmıştır. Örneğin, matematiksel buluşlar bilimin olduğu kadar sanatında gelişmesine hizmet etmiştir. Resimde ifade zenginliği yaratarak, düşüncenin çok boyutluluğuna hizmet eder. Sonuçta bilim ve sanattaki gelişmeler hayatı besler. İnsanların daha insani bir yaşam sürmesini sağlar.
Kaynaklar:
1) Resim Sanatının Tarihi- Sezer Tansuğ
2)Sanat Ekibi
Önerilerine Ekle Beğendiğiniz blogları önerin, herkes okusun.
Ortaçağ ressamları (9)
ORTA ÇAĞ DÖNEMİ
Ortaçağ 476’da Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden kuzey Avrupa’da Rönesans’ın başlangıcı olarak kabul edilen 1500’lere kadar oldukça uzun bir dönemi kapsar. “Ortaçağ” dönem olarak kendini bu isimle anmamıştır; daha sonraki dönemler, yani Rönesans ve daha sonra Aydınlanma dönemi bu adı ona uygun görmüştür. Örnek alınan ve yoğun bir şekilde incelenen Klasik Çağ ve yine bir anlamda klasiklere dönüş ve hümanizma çağı olarak tanımlanan Rönesans dönemi arasındaki pek de önemsenmeyen ve çoğu zaman da haksız yere karanlık çağ olarak nitelenen bu döneme, iki temel çağ arasında kalması nedeniyle bu isim uygun görülmüştür.
Ortaçağ’ın uzun bir dönemi ve bütün Avrupa’yı tanımlaması dolayısıyla her yapılan genellemenin tüm dönem ve kapsadığı bütün bölgeler için aynı geçerlilikte olması beklenmemelidir. Ayrıca bu isimlendirme ve tanım Avrupalılar için ve Avrupa’daki koşulları tanımlamak için Avrupalılar tarafından yapılmıştır.
Karolenj dönemi, Avrupa’nın oldukça büyük bir bölgesinde idari bütünlük oluşturmuş ve Şarlman’ın çeşitli reformları ve sarayında topladığı zamanının bilginleri ile devlet idaresi için daha bilgili insanların yetiştirilmesini sağlamıştır. Daha önceki döneme kıyasla büyük göç hareketlerinin durmuş olması da büyük dış tehditler ve savaşların azalmasını sağlamıştır Nispeten daha huzurlu bir döneme girilmesi sosyal ve kültürel gelişmelere büyük katkıda bulunmuştur Bu şartlara paralel olarak X. yüzyıldan itibaren çeşitli faktörlerin katkısıyla önemli ekonomik gelişmeler olmuştur Gimpel’ın de dikkat çektiği gibi Ortaçağ insanının yaşam düzeyini ve kalitesini iyileştiren zincirleme gelişmelerden söz edilebilir.
Öncelikle, daha elverişli iklim koşulları ormanlık alanlardan tarım alanları açılmasını ve tarım ürünlerinin geliştirilmesini olumlu yönde etkilemiştir. Tarımsal devrimin ikinci halkası artan enerji gücü açısından yararlanılması ile verimin artırılması olmuştur Buna ilâve olarak Cistercian ve Benediktin tarikatlarının manastırlarında geliştirilen ve bu devrimin diğer önemli faktörleri olan tarımda ikili ve üçlü dönüşümlü ürün ekimi sisteminin kullanılması, gübreleme tekniklerinin ilerlemesi ve yeni tekerlekli pulluğun kullanılması ile tarımda verimin artılması ekonominin gelişmesini ve toplumun daha iyi beslenmesini sağlamıştır. Daha iyi yaşam koşulları da Avrupa’da nüfusun artması ve şehirlerin gelişmesindeki ana faktördür (Gimpel 50-56). Ekonomik gelişmeler sayesinde Roma İmparatorluğu’ndan sonra hızla gerilemiş ve nerede ise yok olmuş olan şehirlere canlılık gelmiş ve bunlara ilave olarak yeni şehirler ortaya çıkmaya başlamıştır.
Le Goff bilgi ve öğretimin profesyonelleşmesinin ancak kentlerin ortaya çıkmasıyla mümkün olabildiğini vurgulamaktadır. Şehirlerdeki mesleki ihtisaslaşma, üyeleri arasında dayanışmayı geliştirme, onları kollama ve koruma, eğitime ve denetleme gibi işlevlerin yürütülmesi loncaların çatısı altında gelişmiştir. Eğitim ve bilginin ihtisaslaşması da bır fikir zanaatkâr birliği olarak tanımlanmaktaydı. Ortaçağ’da üniversitas kelimesinin evrensel bilgi gibi bir anlamı yoktu, Latince üniversitas lonca veya herhangi bir tur birlik anlamına gelmekteydi (Heer 242, Coulton 394) Bu tür birlikler şehirleşme ile ortaya çıkan mesleki birliklerdi fakat üniversiteler özellikle hocaların veya öğrencilerin ortak çıkarlarını kollamak, güvenliklerini sağlamak için bir araya gelip oluşturdukları loncalardı.
Ortaçağ dünyası XII yüzyıl rönesansı olarak da tanımlanan dönemde bilgilerinin sınırlılığının ve yedi temel sanat dalı olarak adlandırılan alanın dışında bilgilerin olduğunun bilincindeydi. Bu bilgiler Arap dünya ve antik Yunan da yatmaktaydı. Bu bilgilere ulaşım iki ana bölgede bu uygarlıkların buluşması ile hızla Avrupa’nın bilim dili olan Latince’ye çevirilerle sağlandı. İspanya’da Hıristiyan, Yahudi ve İslam bilginleri bir arada yaşayabiliyor, bilgi ve fikir alışverişinde bulunuyor ve hızla harmanlanarak bir araya gelen bilgiler çevrilerek Avrupa eğitim camiasına aktarılıyordu. Diğer yoğun alışveriş ve çeşitli kültürlerin iç içe yaşadığı bölgeler ise Provence, kuzey İtalya ve Sicilya idi. Bu hummalı gelişmelerin ve işbirliğinin gerçekleşmesi sonucunda Aristoteles, Euclid, Batlamyus, İbn-ı Sina, Hipokkrat, Galen gibi önemli yazarların eserleri Avrupa’ya ulaşabildi. Felsefe, tıp, matematik, Roma hukuku gibi alanlarda eski bilgilerin kazanılmasının yanısıra yeni gelişmeler de aktarıldı.


Ortaçağ 476’da Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden kuzey Avrupa’da Rönesans’ın başlangıcı olarak kabul edilen 1500’lere kadar oldukça uzun bir dönemi kapsar. “Ortaçağ” dönem olarak kendini bu isimle anmamıştır; daha sonraki dönemler, yani Rönesans ve daha sonra Aydınlanma dönemi bu adı ona uygun görmüştür. Örnek alınan ve yoğun bir şekilde incelenen Klasik Çağ ve yine bir anlamda klasiklere dönüş ve hümanizma çağı olarak tanımlanan Rönesans dönemi arasındaki pek de önemsenmeyen ve çoğu zaman da haksız yere karanlık çağ olarak nitelenen bu döneme, iki temel çağ arasında kalması nedeniyle bu isim uygun görülmüştür.
Ortaçağ’ın uzun bir dönemi ve bütün Avrupa’yı tanımlaması dolayısıyla her yapılan genellemenin tüm dönem ve kapsadığı bütün bölgeler için aynı geçerlilikte olması beklenmemelidir. Ayrıca bu isimlendirme ve tanım Avrupalılar için ve Avrupa’daki koşulları tanımlamak için Avrupalılar tarafından yapılmıştır.
Karolenj dönemi, Avrupa’nın oldukça büyük bir bölgesinde idari bütünlük oluşturmuş ve Şarlman’ın çeşitli reformları ve sarayında topladığı zamanının bilginleri ile devlet idaresi için daha bilgili insanların yetiştirilmesini sağlamıştır. Daha önceki döneme kıyasla büyük göç hareketlerinin durmuş olması da büyük dış tehditler ve savaşların azalmasını sağlamıştır Nispeten daha huzurlu bir döneme girilmesi sosyal ve kültürel gelişmelere büyük katkıda bulunmuştur Bu şartlara paralel olarak X. yüzyıldan itibaren çeşitli faktörlerin katkısıyla önemli ekonomik gelişmeler olmuştur Gimpel’ın de dikkat çektiği gibi Ortaçağ insanının yaşam düzeyini ve kalitesini iyileştiren zincirleme gelişmelerden söz edilebilir.
Öncelikle, daha elverişli iklim koşulları ormanlık alanlardan tarım alanları açılmasını ve tarım ürünlerinin geliştirilmesini olumlu yönde etkilemiştir. Tarımsal devrimin ikinci halkası artan enerji gücü açısından yararlanılması ile verimin artırılması olmuştur Buna ilâve olarak Cistercian ve Benediktin tarikatlarının manastırlarında geliştirilen ve bu devrimin diğer önemli faktörleri olan tarımda ikili ve üçlü dönüşümlü ürün ekimi sisteminin kullanılması, gübreleme tekniklerinin ilerlemesi ve yeni tekerlekli pulluğun kullanılması ile tarımda verimin artılması ekonominin gelişmesini ve toplumun daha iyi beslenmesini sağlamıştır. Daha iyi yaşam koşulları da Avrupa’da nüfusun artması ve şehirlerin gelişmesindeki ana faktördür (Gimpel 50-56). Ekonomik gelişmeler sayesinde Roma İmparatorluğu’ndan sonra hızla gerilemiş ve nerede ise yok olmuş olan şehirlere canlılık gelmiş ve bunlara ilave olarak yeni şehirler ortaya çıkmaya başlamıştır.
Le Goff bilgi ve öğretimin profesyonelleşmesinin ancak kentlerin ortaya çıkmasıyla mümkün olabildiğini vurgulamaktadır. Şehirlerdeki mesleki ihtisaslaşma, üyeleri arasında dayanışmayı geliştirme, onları kollama ve koruma, eğitime ve denetleme gibi işlevlerin yürütülmesi loncaların çatısı altında gelişmiştir. Eğitim ve bilginin ihtisaslaşması da bır fikir zanaatkâr birliği olarak tanımlanmaktaydı. Ortaçağ’da üniversitas kelimesinin evrensel bilgi gibi bir anlamı yoktu, Latince üniversitas lonca veya herhangi bir tur birlik anlamına gelmekteydi (Heer 242, Coulton 394) Bu tür birlikler şehirleşme ile ortaya çıkan mesleki birliklerdi fakat üniversiteler özellikle hocaların veya öğrencilerin ortak çıkarlarını kollamak, güvenliklerini sağlamak için bir araya gelip oluşturdukları loncalardı.
Ortaçağ dünyası XII yüzyıl rönesansı olarak da tanımlanan dönemde bilgilerinin sınırlılığının ve yedi temel sanat dalı olarak adlandırılan alanın dışında bilgilerin olduğunun bilincindeydi. Bu bilgiler Arap dünya ve antik Yunan da yatmaktaydı. Bu bilgilere ulaşım iki ana bölgede bu uygarlıkların buluşması ile hızla Avrupa’nın bilim dili olan Latince’ye çevirilerle sağlandı. İspanya’da Hıristiyan, Yahudi ve İslam bilginleri bir arada yaşayabiliyor, bilgi ve fikir alışverişinde bulunuyor ve hızla harmanlanarak bir araya gelen bilgiler çevrilerek Avrupa eğitim camiasına aktarılıyordu. Diğer yoğun alışveriş ve çeşitli kültürlerin iç içe yaşadığı bölgeler ise Provence, kuzey İtalya ve Sicilya idi. Bu hummalı gelişmelerin ve işbirliğinin gerçekleşmesi sonucunda Aristoteles, Euclid, Batlamyus, İbn-ı Sina, Hipokkrat, Galen gibi önemli yazarların eserleri Avrupa’ya ulaşabildi. Felsefe, tıp, matematik, Roma hukuku gibi alanlarda eski bilgilerin kazanılmasının yanısıra yeni gelişmeler de aktarıldı.
Ortaçağ resim sanatı hakkında bilgi. Orta çağ resim sanatı dönemi özellikleri,
Bizans Dönemi
Ortaçağ’ın en belirli resim akımını Bizans sanatı açmıştır. Bizans’ta mozaiğin yanında freskler de önemli duvar süslemesidir. İlk Hıristiyan minyatür sanatı da Bizans’ta doğmuştur. M.S.IV. yüzyıldan itibaren en kıymetlileri erguvan parşömen üzerine altın, gümüş yaldızlı, çeşitli renkli kitap resimleri meydana gelmiştir. “İkon” adı verilen tablo halindeki aziz resimleri de Ortaçağ Avrupa resmi gelişmesini etkilemiştir.
V. yüzyıldan beri İrlanda ve Anglo-Saksonlar’da, VII. yüzyıldan sonra da Avrupa’da kitap minyatürleri en önemli ifade vasıtası olmuşlardır.
900-1000’den beri Roman sanatında ise kiliselerin büyük duvarlarını dini tasvirler kaplar. Ondan sonraki Gotik devirde yapıların parçalı duvarları resimlere yer bırakmaz. Gotik resim önce minyatürlere daha sonra da XIV. yüzyıldan başlayarak gelişen resim çığırlarına dayanır. Bu yeni çığırlar özellikle Almanya’da gelişmiştir.
Ortaçağ resmi başlangıçta altın zemin üzerinde, mekansız, ağırlıksız figürleri ile Bizans sanatından gelme bir tabiat uzaklığı, dini-mistik hava içindeyken, yavaş yavaş bu resim akımlarında doğaya yaklaşma başlar. O zamana kadar Ortaçağ’da anonim olan sanatçılar arasında ressam adları belirmeye başlamıştır.
Orta Çağ
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Fransa'nın kuzey kıyısındaki takviye yapılmış şehir ve Mont Saint-Michel manastırı Orta Çağ'ın sembolikleşmiş yapıtıdır ve 1430'larda Limbourg kardeşler tarafından boyandığından beri çok az değişmiştir.
Orta Çağ, Avrupa tarihinin geleneksel ve şematik olarak üç bölüme ayrılmasında, ortada kalan çağa verilen isimdir. Batı Roma İmparatorluğu' nun çöküşü ile başlayıp Rönesans Hareketi ile biten bir dönem içerisinde kademeli olarak son bulur. Bu üç çağ: Antikitenin klasik uygarlıkları (Antik Çağ), Orta Çağ ve Modern Zamanlar'dır. Batı Avrupa'nın Orta Çağ'ı genellikle Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşü ile ulusal monarşilerin yükselişi, Avrupalılarca denizaşırı keşiflerin başlaması, hümanistcanlanma ve 1517'de başlayan Protestan Reformasyon'u arasındaki zaman dilimi olarak tanımlanmıştır. Bu çeşitli değişiklikler Erken dönem Modern zamanın başlangıcını oluşturmaktadır ve Sanayi Devrimi'ne öncülük etmiştir. Ayrıca 1453'tekiİstanbul'un Fethi sonrası gelişen olaylar ve Avrupa' ya olan etkileri, Avrupa' da Orta Çağ'ın bitişini işaret eden önemli olaylardan biri olarak görülmektedir.
Geç Roma İmparatorluğu
Roma İmparatorluğu en geniş sınırlarına ikinci yüzyılda ulaştı. Bunu takip eden iki yüzyıl Roma İmparatorluğunun yavaşça çöküşüne ve sınırlardaki kontrolü yitirmesine şahit oldu. 285’te imparator Diocletian imparatorluğu doğu ve batı olmak üzere ikiye bölmüştü. Bu doğu-batı ayrımı imparatorluğun başkentini Konstantinopolis’e taşıyan Konstantindöneminde de devam etti.
Roma İmparatorluğu'nun sınır komşuları daha güçlü hale geldiğinden, 4. yüzyılda imparatorluğun askeri harcamaları arttı. Daha önce ticaret ilişkileri içinde bulundukları kabileler imparatorluğun içine sızarak zenginliğinden yararlanmaya çalıştılar. Diocletian reformlarıyla vergi sistemini ve orduyu düzenledi ayrıca yönetimde güçlü bir bürokrasi oluşturdu. Bureformlar imparatorluğa zaman kazandırdı ancak bu reformlar çok fazla para gerektirdi. Roma’nın düşen geliri imparatorluğu vergilere bağımlı kıldı. Gelecekte aksilikler Roma’nın zenginliğini ordusuna harcamasına neden olacaktı. Bu sınır genişletme döneminde ekonomik sorunlar kritik bir problem haline gelecekti. 378’deki Adrianople Savaşı yenilgisi Roma ordusuna çok fazla zarar verdi ve imparatorluğun batısını savunmasız bırakılmasına neden oldu. Batı da güçlü ordu olmaması ve imparator Konstantin’den herhangi bir kurtuluş vaadi gelmemesinden dolayı imparatorluğun batısı uzlaşma yoluna girdi.
Geleneksel tarihte ‘Barbar akınları’ olarak bilinen ‘Göç Dönemi’ oldukça anlaşılması güç ve aşamalı bir dönemdi. Bazı tarihçiler bu döneme ‘Karanlık Çağ’ adını verdi. Bu dönemdeki barbar kavimlerin bazıları Roma’nın klasik kültürünü inkar ederken, bazıları ise tamamen kabullendi hatta göz dikti.Ostrogot lideri Thedoric bu kültürü kabullenen ve kendini Roma kültürünün mirasçısı olarak görenlere bir örnektir. Hunlar, Bulgarlar, Avarlar, Macarlar'ın yanında birçok Cermen kavim ve Slav halklar, Roma sınırlarına göç ettiler. Bazı gruplar Roma senatosu ya da imparatorunun onayıyla Roma sınırlarına yerleşti. Tarımsal arazi karşılığında bu kavimler Roma’ya askeri destek sundu. Diğer saldırılar küçük çaplı, yağmalama amaçlı saldırılardı. Bu saldırıların en bilineni 410'da Vizigotlar tarafından gerçekleştirilen ve Roma’nın yağmalanmasıyla sonuçlananıdır.
5. yüzyılda Roma’nın kurumları çökmeye başladı. Batı’nın son imparatoru Romulus Augustus 476'da barbar kral Odoacer tarafından tahttan indirildi. Doğu Roma İmparatorluğu (batının tamamen düşmesinden sonra Bizans İmparatorluğu) düzenini batıyı kendi kaderine terk ederek sağladı. Bizans imparatorlarının bu sınırlarda hak iddia etmesine rağmenbarbar krallar kendilerini batının imparatoru olarak görmeye başladı. Bundan sonraki üç yüzyıl boyunca batının yasal bir imparatoru olmayacaktı. Bunun yerine barbar desteği sağlayan krallar tarafından yönetildi. Bazı krallar sadece vekillik alarak kral unvanıyla yönetirken bazıları kendi isimleriyle yönetti. 5. yüzyıl boyunca şehirler düşmeye başladı ve güçlendirilen duvarlarla korunmaya çalışıldı. İmparatorluğun batısı altyapısal olarak çöküşler yaşadı ve merkez yönetim tarafından müdahale edilmedi. Şehirlerde yapılan savaş arabası yarışları, yolların düzenlenmesi, su kemerleri gibi düzenlemeleri genellikle piskoposlar tarafından yapıldı. Hippo piskoposu Augustinus yönetici gibi davranan piskoposların bir örneğidir.
Zaman çizelgesi

Erken Dönem Orta Çağ
8. yüzyılda Roma merkezi otoritesini kaybetmiş, kırsallaşmış ve büyük güç olma özelliğini kaybetmişti. 5’inci ve 8’inci yüzyıllar arasında Roma merkezi yönetiminin bıraktığı boşluğu yeni halklar ve güçlü bireysel hareketler doldurdu. Cermen kabileleri imparatorluğun eski sınırlarında bölgesel egemenlikler kurdular. Bu kabileler İtalya’da Ostrogotlar, İspanya’da Vizigotlar, Gaul’de (Fransa) Frenkler, Britanya’da Anglo-Saxonlar ve Kuzey Afrika’da Vandallardır. Roma’nın gücünü kaybetmesinin sosyal etkilerinin anlaşılması güçtür. Şehirler ve tüccarlar güvenli ticaretin ekonomik yararlarından mahrum kaldılar ve imparatorluğun entelektüel gelişimi kültürel ve eğitimsel birliğin olmamasından dolayı olumsuz etkilendi.
Roma sosyal yapısının bozulması dramatiktir. Ticaret yapmak ve şehirlerarası ulaşım eskisi kadar güvenli olmadığından ticarette ve üretimde düşüş görüldü. Uzun mesafeli ticarete dayanan sanayiler; örneğin çanak-çömlek ticareti kısa sürede ortadan kalktı.
7 ve 8. yüzyıllarda Müslümanların Pers İmparatorluğu, Suriye, Mısır, Kuzey Afrika, İspanya, Portekiz ve Akdeniz’in diğer kısımlarını ele geçirmesiyle deniz ticaretlerini arttırdı.
Beceriksiz yöneticilerin üstünkörü çalışmaları kütüphane, umumi banyo, meydan ve eğitim kurumları kurmak için yeterli değildi. Yeni yapılar eskilerinden çok daha küçük ve gösterişsizdi. Şehir duvarları ardındaki Romalı mülk sahipleri büyük değişikliklere sıcak bakmıyorlardı ve kolayca topraklarını bırakıp başka bir yere hareket etmek istemiyorlardı. Bazılarının elinden malları alındı ve Bizans sınırlarına kaçtılar, diğerleri ise yeni yöneticileriyle iyi ilişkiler geliştirmeye çalıştılar. İspanya ve İtalya gibi yerlerde Roma yasalarının ve inançlarının sürdürülmesi gerektiğine inanıldı.Diğer nüfusun yoğun olduğu bölgelerdekiler yeni giyinme şekilleri, yeni bir dil ve yeni gelenek ihtiyacı duydular.
Katolik Kilisesi’nin kültürel açıdan birleştirici bir etkisi vardı. Katolikler tarafından nüfuslanmış bazı bölgeler Aryan yöneticiler tarafından işgal edildi. Frankların lideri I. ClovisAryanizme karşı Katolikliği seçen liderlerden biridir. I. Clovis’in Katolikliği benimsemesi Gaul’deki Frank kabileleri açısından bir dönüm noktasıdır. Piskoposlar aldıkları eğitimden dolayı Ortaçağ toplumunun merkezindeydi. Sonuç olarak yönetimde önemli rol oynadılar. Ancak Batı Avrupa’nın merkezinin dışında kalan bazı bölgeler Hıristiyanlık ya da klasik Roma geleneğinden hiç etkilenmeden kaldılar. Avarlar ve Vikingler gibi savaşçı toplumlar hala Batı Avrupa’da yeni doğmakta olan toplumlar için hala tehlike oluşturuyordu.
Erken Dönem Ortaçağı monastizmin doğuşuna da tanık oldu. Toplumdan ayrılıp ruhani hayata yönelmek kişilerin tercihiyken, Avrupa monastizmi şeklini Mısır ve Suriye’de meydana çıkan gelenek ve ideolojilerden aldı. Monastizmin ruhani uygulamalara yaklaşımına kenobitizm dendi ve öncülüğünü 4.yüzyılda Aziz Pachomius yaptı. Monastik düşünce Mısır’dan Avrupa’ya 5. yüzyılda hiyeroglif edebiyatla yayıldı. 6. yüzyılda Aziz benedictus monastismizn belirleyici kurallarını idare ve dini ayinler hakkında detaylı bir şekilde yazdı.Ortaçağda manastırlar ve keşişler dini ve politik konularda derin etkiye sahipti, örneğin; zengin ailelerin toprak güvencesi, yeni fethedilen yerlerde kraliyet propagandası ve eğitim gibi konularda çok etkiliydiler.
Romanesk sanatın doğuşu olan 8. yüzyıla kadar İtalya dışında taş binalara ilgi yoktu. Roma’daki bina malzemeleri bu türde eser yapmak için çalındı. Roma ve Bizans etkisi baskın kalsa da Çeltik ve Cermen barbar kavimlerin mimari şekilleri Hıristiyan sanatıyla birleştirildi. Batı Avrupa’da yüksek kalitede mücevherler ve dini sanat eserleri yapıldı. Charlamagne ve diğer krallar dini sanat eserlerinin yapılmasına büyük destek verdiler. Bu dönemdeki bazı sanat eserlerinde altın gümüş ve değerli pigmentler kullanılarakİncil’den öyküler anlatılmaya çalışıldı.
Karolenjler
Fransa’nın Gaul bölgesinde iki yeni güç ortaya çıktı; Austrasia ve Neustria.Bu krallıklar efsanevi kralları Merovec’den sonra üç yüzyıl boyunca Merovenj Hanedanından gelen krallar tarafından yönetildi. Merovenj ailesi dönem dönem aile bireyleri arasında anlaşmazlıklar çıkan bir aileydi. Merovenj tahtına geçme kuralı kanbağı idi. Ancak 7.yüzyılda Austrasian ailesi güç kazandı ve Merovenjler geleneksel figür olarak korundu. Merovenjler Baltık üzerinden Avrupayla ticaret ilişkilerinde bulundu. Merovenj kültürü ‘Romanlaştırılmış’ olarak tanımlanabilir, örneğin Roma paralarındaki yönetici sembollerine, piskoposluğa ve manastırlara çok önem verdiler. Bazıları Merovenjlerin Bizans’la ilişki içinde olduğunu düşündü. Ancak Merovenjler seçkin kişilerin ölülerini toprak mezarlara gömdüler ve nesillerini hayvan figürleriyle işaretlediler.
7. yüzyıl Austrasia ve Neustria arasında iç savaşların yaşandığı bir dönemdir. Bazı aile büyükleri bu savaş ortamından yararlandı. Örneğin Pippin bu durumdan yararlanarak kendini Merovingian Sarayı’nın başkanı ilan etti ve büyük zenginlik ve destek elde etti. Kendi soyundan gelen diğer nesiller de onun bu konumundan yararlandı ve sarayda danışmanlık ve vekillik gibi görevlere geldiler. Hanedanlık 732’de Charles Martel’in Müslümanları yenmesiyle yeni bir yön aldı. Karolenj hanedanlığı III. Pippin önderliğinde 753'te Austrasia ve Neustrialar’ın yönetimlerini ele geçirdi. Çağdaş kayıtlara göre Pippin bu darbe için gücünü Papa’dan aldı. Pippin’in darbesi Morevenjlerin beceriksiz ve zalim yöneticiler olduğu yolunda yapılan propagandalarla kuvvetlendirildi ve Charles Martel’in başarıları ve ailesinin dindarlığı yüceltilerek öyküleştirildi. 783’te Pippin öldüğünde imparatorluğu oğulları Karl ve Carloman’ın ellerine bıraktı. Carloman doğal nedenlerle öldükten sonra Karl Carloman’ın küçük oğlunun tahta geçmesini engelledi ve kendini birleşmiş Austrasia ve Neustria krallıklarının imparatoru ilan etti. Karl çağdaşları tarafından ‘Büyük Karl’ ya da Şarlman olarak bilindi. 774’te başlayan sistemli toprak genişlemesi Avrupa’yı büyük oranda bir araya getirdi. 800’den sonraki savaşlarda birçok soylu müttefik edinerek geniş toprakları yönetti. Ortaçağ’ın soylularının çoğu köklerini bu genişleme sürecinde ortaya çıkan Karolenj hanedanlığına dayandırmak istedi.
Şarlman’in 800 yılının yılbaşı günü taç giyme töreni, 476’dan beri mevcut olan güç boşluğunu doldurduğu için ortaçağ tarihinin dönüm noktası olarak bilinir. Bu tören Şarlman’nin liderliğinde de değişikliğe yol açtı. İmparatorluğun otoritesini görmüş olan din adamlarını sistematik bir şekilde etrafında toplandı ve imparatorluğun en uç yerlerine otoritesini ulaştırdı. Ayrıca kendi sınırları içindeki kiliselerde değişmez ayin düzenini bir kenara iterek değişiklikler yapmaya çalıştı.
Karolenj Rönesansı
Şarlman’nin Aachen’deki sarayı kültürün yeniden doğuş merkeziydi ve ‘Karolenj Rönesansı’ olarak da bilinir. Bu dönemde okur-yazarlık oranında artış görüldü, sanatta, mimaride, hukukta ve dini eserlerde gelişmeler görülür. Klasik Latin edebiyatı almış olan İngiliz keşiş Alcuin, Aachen’a davet edildi. Bu Latin kültürüne dönüş Orta Çağ Latin gelişmeleri için önemli bir basamaktır. Bu dönemde bütün Avrupa’da iletişimi kolaylaştıran bir yazı düzeni kullanıldı. Almanya’da Karolenj hanedanlığının düşmesi ve Anglosaksonlar’ın güç sahibi olmasını Otto Rönesansı izledi.
Orta Çağ’ın Zirve Dönemi
Orta Çağ’ın Zirve Dönemi, tarihçiler tarafından 11. ve 13. yüzyıllar arasında Avrupa’nın şehirleşme süreci, askeri gelişme ve düşünsel etkinliklerin canlandığı dönem olarak tanımlanır. Bu canlanma yağmacı İskandinavya’nın ve Macarlar’ın Hıristiyanlığı kabullenmesiyle ivme kazandı. Bu dönemde Avrupa’nın nüfusu büyük miktarda artış göstermiştir. Nüfus şehirlerde yoğunlaştı ve buradaki insanlar uzaklardaki tarım alanlarını işgal etmeye çalıştılar. Antik şehirler Akdeniz kıyısında toplandı. 1200’de gelişmekte olan merkez şehirler yollar ve nehirlerle birbirlerine bağlı ve kıtanın ortasında bulunuyorlardı. Bu dönemin sonunda Paris’in nüfusu yaklaşık olarak 200.000’di.İtalya’nın merkezi, kuzeyi veFlandra’da özerk yönetimli şehirlerin ortaya çıkması ekonomik hareketlenmeye, yeni dini ve ticari kurumların ortaya çıkmasına neden oldu. Baltık kıyısındaki ticaret şehirleriHansa Birliği olarak bilinen anlaşmayı yaptılar ve bu antlaşmada Venedik, Ceneviz ve Pisa gibi İtalyan şehir-devletleri yer aldı ve ticaret alanlarını Akdeniz boyunca genişlettiler. Bu dönem Fransa, İngiltere ve İspanya kralları için şekillenme dönemiydi; güçlerini pekiştirdiler ve yönetimi kolaylaştıracak yeni kurumlar kurdular. Laik krallardan bağımsızlık fikrini oluşturan Papazlık, Hıristiyan dünyasında laik bir hâkimiyet kurdu. Tarihçilerin Papazlık Monarşisi dedikleri düşünce 13.yüzyılda, III. Innocent’in papalığı döneminde en yüksek noktasına ulaştı. Kuzey Haçlı Seferleri, Baltık ve Finlerdeki pagan bölgelerdeki Hıristiyan krallıklardaki ve askeri düzedeki gelişmeler Avrupa’daki birçok yerli halkı asimile olmaya zorladı.Moğol istilaları dışında barbar saldırıları durdu.
Haçlı Seferleri
- Ana madde: Haçlı seferleri
Haçlı Seferleri Kudüs’ü Müslüman kontrolünden kurtarmak için yapılan donanımlı seferlerdir. Kudüs 7. yüzyılda, Yakın Doğu, Kuzey Afrika ve Anadolu’yla birlikte Müslüman kontrolü altına girmişti. Birinci Haçlı Seferi, Bizans imparatoru I. Aleksios Komnenos’ yardım etmesini istemesi nedeniyle, bunu sağlamak için 1095 yılında Papa II. Urbanus’unClermont Konseyi’nde verdiği vaazla başladı. Urbanus Haçlı seferlerine katılan Hıristiyanların günahlarının daha bu dünyada iken bağışlanacağını ve kutsal Kudüs’e yerleşme imkanları olacağını vaat etti. Bu arzuyla Avrupa toplumunun her sınıfından binlerce insan bu amaçla harekete geçti ve uzun, serüvenli ve çok çarpışmalı geçen bir kara yolculuğu sonunda 1099'da Kudüs ve diğer bölgeler ele geçirildi. Hareket ilk desteğini Franklardan aldı; Arapların Haçlı Seferlerine "Franj" demesi bu yüzdendir.Bu bölgede çok küçük bir azınlık olmalarına rağmen, Haçlılar işgallerini pekiştirmek için Haçlı devletleri kurdular, bunlar ; Kudüs Krallığı, Urfa Kontluğu, Antakya Prensliği, Trablus Kontluğu’dur. 13. yüzyılda bu şehirler arasında ve etrafındaki Müslüman şehirleri arasında birçok anlaşmazlık çıktı. Haçlı Seferleri’nin temel amacı kurulan bu şehirlerle kaybedilen yerleri geri almaktı.Tapınak Şövalyeleri bu amaçta destek sağlanması için oluşturulmuş birliklerdir.
Orta Çağın büyük bir döneminde 8. yüzyıldan itibaren Avrupa’nın büyük bir kısmı olan güneyi Müslümanlar eline geçmişti ve Avrupa'nın politik etkisi dışında kalmıştı. 11. yüzyıldan başlayarak ta 15. yuzyillara kadar Avrupa içinde yapılan Hristiyan hucumları ve Haçlı Seferleri ile Hıristiyanlar Müslümanların egemenliği altındaki Guney Fransa, İspanya, Portekiz ve Güney İtalya’daki tüm toprakları geri aldılar. Buna karşılık Müslümanlar geri saldırıları ile Asya’daki Haçlıların fethettikleri tüm toprakları geri aldılar. Bu dönemde Bizans İmparatorluğu çöküşe geçmişti. 1071'de Malazgirt Savaşı’ndan sonra imparatorluk ciddi anlamda çöküş ve yenilenme sürecine girdi. Dördüncü Haçlı Seferi’nde 1204'te Konstantinopolis’in Haçlı Frankların eline geçmesi çöküşü iyice açığa çıkardı. Konstantinopolis’in Bizanslılarca 1261'de geri alınmasına rağmen devlet artık sadece ismen bir imparatorluk olmuştu ve Bizans devleti 1453'e kadar ayakta kaldı.
Bilim ve teknoloji
Erken Dönem Orta Çağ ve İslam’ın Altın Çağı’nda, İslam felsefesi, bilimi ve teknolojisi Batı Avrupa’dan çok daha fazla gelişmişti. İslam âlimleri eski gelenekleri incelediler ve kendilerinin yeni buluşlarını, yeniliklerini de ekleyerek yeni bir kültür oluşturdular. Romen rakamlarının yerini onluk sisteme dayalı numara sisteminin alması ve cebir matematiksel işlemlerde kolaylık sağladı. Diğer bir sonuç ise Latince konuşan toplumların geçişte kaybolan felsefe ve edebiyata ulaşmasıdır. 12. yüzyıldaki Latince çeviriler Aristoteles’in felsefesine ve 12. yüzyılın Rönesansı olarak bilinen İslam bilimsel gelişmelerine olan tutkuyu besledi. Ticaret yollarının eskiden olduğu gibi güvenli hale gelmesi ve düzeli ekonomik gelişme, ticaretin gelişmesine zemin hazırladı. Avrupa’nın belli başlı şehirlerinde üniversiteler kurulduğunda, 11. yüzyılın katedral okulları ve manastırlar eğitimin ana kaynağıydı. Eğitim daha geniş kitlelere ulaşabildi, sanatta müzikte ve dini eserlerde gözle görülür gelişmeler görüldü. Avrupa’da görkemli katedraller inşa edildi, ilk önceRomanesk ve daha sonra daha dekoratif olan Gotik tarzda mimari kullanıldı.
12 ve 13. yüzyılda Avrupa’da köklü icatlar, yenilikler, geleneksel üretim şekillerinde ve ekonomide köklü değişiklikler görülür. Bu dönem top, gözlük ve artezyenin icadı gibi teknolojik gelişmelerin görüldüğü ve doğudan barut, ipek, pusula gibi yeniliklerin alındığı dönemdir. Ayrıca gemicilik ve saat yapımında büyük gelişmeler görülür ve bu gelişmeler ‘Coğrafi Keşifler’e zemin hazırlamıştır. Birçok sayıda tıp, bilim konularındaki Arapça ve Yunanca eser çevrilmiş ve Avrupa’ya dağıtılmıştır. Özellikle Aristoteles yeni düzenlenen üniversitelerin kurulması aşamasında gerçekçi ve mantıksal yaklaşımı nedeniyle büyük önem kazanmıştır.
Din Alanında Değişiklikler
11.yüzyılda seçkinler keşişlerin iyi bir dini temel kurmak için keşişlerin kendi kurallarına uymadıklarını düşündüğünden monastik düşünce önem kazandı. Bu dönemde keşişlerin dua edenleri Tanrı’ya ulaştırarak dünyayı daha iyi bir yer haline getirdikleri için çok faydalı bir iş yaptığına inanılıyordu. Ancak eğer keşişler erdemli kişiler değilse bu vakit boşa gitmiş olacaktı. Bu korkudan dolayı 909’da Macon’da Cluny Manastır’ı kuruldu. Bu reformlaştırılmış manastır kısa zamanda katılığıyla ün saldı. Cluny daha kaliteli bir ruhani düzen oluşturmak için kendi başrahibini kendi seçti ve ekonomik ve politik açıdan bağısızlığı sağlamak için Papa’nın koruması altına girdi. Kötü manastır kanunların karşı pratik bir çözüm üretti ve 11. yüzyılda Cluny’nin başrahipleri imparatorluğun politik işlerinde fikir bildirmeye, Fransa ve İtalya’daki manastırları düzenlemeye çağırıldı.
Monastik reformlar laik kiliseleri de etkiledi. 1049’da IX. Leo’nun Papalığa atanması önemli bir sorun oluşturdu. Bu sürtüşme bazı piskoposların atanması hakkındaydı ve Papa VII. Gregorius, IV. Henry ve Kutsal Roma İmparatoru arasında geçti. Daha sonra atama, rahiplerin evlenmesi ve dinsel unvanların satılmasını kapsayan ideolojik bir savaş haline geldi. İmparator Kilise’nin korunmasını kendinin en önemli hakkı ve sorumluluğu olduğunu düşündü. Buna karşılık Papa kilisenin yerel hükümdarlardan bağımsız olması gerektiğini savundu. Bu savaş ortamı IV. Henry’nin 1085’te Roma’yı ziyaret etmesi ve birkaç ay sonra da Papa’nın ölmesiyle son buldu ancak problem çözülmeden kaldı.Bu anlaşmazlık papalık monarşisinin otoritelerden bağımsız geliştiğini gösterir. Bu olay ayrıca Cermen prenslerinin Cermen İmparatoruna karşı güçlenmesinin sonucudur.
Bu dönem büyük dini hareketlerin olduğu dönemdir. Daha önce bahsedilen Haçlı Seferleri’nin etkisi inkâr edilemez. Aynı şekilde monastik reform seçkinleri ve keşişleri etkileyen bir olaydır. Diğer gruplar dini yaşamı yenide şekillendirmeye çalıştılar. Geniş topraklara sahip seçkinler yeni kiliseler yapılmasını finanse ederek Kilise’nin günlük yaşamdaki etkisini arttırdılar. Katedral yasaları monastik kuralları benimsedi. İşçi sınıfı ve toplumun alt tabaka insanları Havariler gibi yaşamaya son verdiler ve dinin belirlenmiş doktrinleri konusunda yeni fikirler ortaya oydular. 12. yüzyılda papalığın Kilise’yi yenileme çabalarının sıradan insanları etkilediği inkar edilemese de insanların da onları etkilediği kolayca görülebilir. Waldensian ve Humiliati gibi yeni dini gruplar monastik manastırı kabullenmediği için kınandılar.
Geç Dönem Orta Çağ
Geç Dönem Orta Çağ felaketler ve zorluklar dönemiydi. Bu dönemde iklim tarihçilerinin de ortaya koyduğu gibi tarım iklim değişiminden oldukça etkilendi ve 1315-1317 yılları arasındaki ‘Büyük Kıtlık’a neden oldu.Bakteriyel hastalık olan ‘veba’ iyi beslenemeyen nüfusa söndürülemeyen bir ateş gibi yayıldı ve 14. yüzyıldaki nüfusun neredeyse dörtte üçünü hatta bazı bölgelerde yarısını öldürdü. Büyük miktarda toprak terk edildi ve buradaki ürünler işlenmeden kaldı. İşçi sayısında azalma sonucunda işçilerin maaşı arttı ve toprak sahipleri işçileri topraklarında çalışmaya ikna etmeye çalıştı. Ayrıca işçiler de daha çok kazanç hak ettiklerini savunarak isyan ettiler. Bu kriz dönemi aksine Erken Modern Çağlar’a zemin hazırlayan yaratıcı sosyal, ekonomik, ve teknolojik gelişmelere şahit oldu. Bu dönem Katolik kilisesinin de kendi içinde bölünmeye başladığı dönemdir. Bu bölünme döneminde Kilise üç farklı papa tarafından aynı zamanda yönetildi. Kilise papalığın otoritesini yitirdi ve ulusal kiliselerin oluşmasına neden oldu. Roma İmparatorluğunun son düşüşü Konstantinopolis’in 1453’te Osmanlı Türkleri egemenliği altına girmesidir. Bu olay Avrupa’nın ekonomisi, kültürü ve dininde büyük etkiye sahiptir.
Kültür
Mutfaktakiler
- Ana madde: Orta Çağda Avrupa mutfağı
Orta Çağ mutfağı, 5. ve 16. yüzyıl Avrupa kültürlerinin besinlerine, yeme alışkanlıklarına ve yemek pişirme yöntemlerine verilen genel addır. Bu dönem boyunca beslenme düzeni ve pişirme yöntemleri Avrupa genelinde değişimlere uğramış ve tüm bu değişiklikler Avrupa'nın modern mutfak kültürünün temelini oluşturmuştur.
Bu dönemde ekmek tüm Avrupa'da ana besin ögesi olarak kullanılır, tüketimde bunu yulaf lapası ve makarna gibi tahıldan yapılmış yemekler izlerdi. Et ise sebze ve tahıllardan daha pahalı ve seçkin bir yiyecekti. Çeşni olarak en çok kullanılan ürünler şarap, koruk suyu ve sirkeydi. Yemekleri tatlandırmak için almaya gücü yetenler en sık bal ve şekere başvururdu. Et türlerinde en çok tercih edilenler tavuk ve domuz eti olur, toprak işlemede büyük öneme sahip olan büyükbaş hayvanların etleri ise her zaman daha az kullanılırdı. Kuzey Avrupa toplumları et gereksinimini büyük ölçüde morina ve ringa balıkları ile sağlar, bunun yanında diğer tatlı ve tuzlu su balıkları da yaygın biçimde tüketilirdi. Bademin hem acı hem de tatlısı yemeklerde garnitür olarak kullanılır ya da öğütülerekçorba ve yahnilere kıvam vermek için serpilirdi. Badem sütü, oruç ve paskalya perhizleri boyunca hayvan sütüne alternatif olarak içilen bir içecekti.
Bu dönemlerde yavaş ulaşım ve yetersiz saklama koşulları pek çok yiyeceğin uzun mesafeli ticaretini engelliyordu. Birçok yerde sadece varlıklı kişilerin, genellikle de soylu takımının baharat ve otlar gibi pahalı ürünleri getirmeye gücü yetiyordu. Bu nedenle zenginlerin ve soyluların mutfakları, yabancı kültürlerden etkilenmeye daha açık olmuştur. Toplumda bulunan her sınıfın bir üst sınıfı taklit etmesi sonucu, uluslararası ticaretle ve savaşlarla edinilen yeni alışkanlıklar zamanla yoksullar arasında da yaygınlaşmıştır.
Açlık ve kıtlığın olağan hâle geldiği ve toplumdaki sınıf ayrılıklarının en ağır biçimde hissedildiği bu dönemlerde yiyecekler, sosyal statünün en önemli göstergelerinden biri olmuştur. Piyasada güçlükle bulunmalarının yanı sıra lüks gıdaların tüketimi yasalarca datoplumun kimi sınıflarına yasaklanmış ve soylular sınıfına mensup olmayan sonradan görmelerin ("nouveau riche") göze çarpan tüketimine bir sınır getirilmiştir. Ayrıca, kişinin yediği yemekle işgücünün arasında kutsal ya da doğal bir bağ olduğu inancı yaygın olduğu için, yasalar, çalışan sınıfın yiyeceklerinin daha az inceltilmiş olması koşulunu getirmiştir. Bu nedenle, o dönemde beden gücü ile çalışan sınıfın yemekleri daha iri parçalı ve daha ucuzdur. Aynı dönemde tıp alanında da hekimler pahalı tonikleri, egzotikbaharatları soylu kesimin hastalarına tavsiye ederken, daha kokulu, düşük kaliteli otları alt sınıflara önerirlerdi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)